Özel, “bazı çiğ süt emmiş insanların” hesabının görüleceğini vurguladığı yazısında, Türkiye tarihinde yaşanan değişim gerçeğinin “ilerleme ve gelişme” yönlerine dikkat çekti.
Batı’daki yabancı ve İslam düşmanlığına da temas eden Özel, esas sorunun Türkiye’nin akıbeti noktasında düğümlendiğini işaret etti.
Özel, İstikal Marşı Derneği sitesinde yayınlanan yazısı:
ÇİĞ SÜT EMMEK
İnsandan isyan, ihanet, oyunbazlık, döneklik veya ne bakımdan olursa olsun umulmadık bir tutum sadır oluşuna hayret etmenin yerinde olmayacağına gönderme yapmak üzere “insanoğlu çiğ süt emmiştir” deriz. Bilir miyiz çiğ sütün ne olduğunu? Gerçekte “çiğ süt” hayat dediğimiz şeyin, canlılık, yaşama dediğimiz şeyin kendisi olsa gerek. Dünya hayatı şaşırtıcıdır. Yaşamak her yönüyle harikuladedir. İnsan oluş serencamımız hayat içinde geçirdiğimiz her anın çiğ süte dönüşmesini sağlar. Bütün çağlar boyunca insanoğlu kendi yaşadığı zaman diliminden şikâyetçi olmuştur. Niçin bu böyledir? Bitkilerden farklı, hayvanlardan farklı bir zihnimiz olduğu için bu böyledir. İnsanlar olarak hepimizin zihninde dünyaya dair kusurları giderilmiş bir tarz, bir tavır vardır. Sevgi doğduğu yerde durmaz. Sevgi çoğu insanda rahatlıkla kaprise dönüşür. Gündelik hayatın akışı uydurduğumuz tarza, tavra ters düştüğü için ideale gönderme yaparak ahkâm-ı asrın inhiraf ettiğinden şikâyetçi oluruz.
“AVRUPA HRİSTİYANLAŞMADI, HRİSTİYANLIK AVRUPALILAŞTI”
XVIII. Hıristiyan asrının “Aydınlanma Çağı” olarak adlandırıldığı kitaplarda yazılıdır. Fakat Avrupalıların hiçbir zaman aydınlıkla tanışmadıkları ise makbul kitapların bir tekinde bile yazılı olmadığını işin erbabı bilir. Uzunca zamandır Avrupa’nın Hıristiyanlaşmadığını, bunun tam tersine Hıristiyanlığın Avrupalılaştığını söylüyorum. Roma İmparatorluğu’nun haritadan silinmesi Avrupalıların ağırına gitti. Kendilerinin gadre uğradıklarına inananları teselli etmek Augustine’e düştü. Augustine’e göre ortada bir kabahat yoktu. Bu “ermiş(!)” kişi yazdığı Civitas Dei kitabında Tanrı’nın elden giden dünya devletine mukabil Tanrı Devleti verdiğini müjdeliyordu. Nitekim sebebi ne olursa olsun dünyanın en kalabalık Hıristiyan topluluğu Katoliklerdir. Avrupalıların hiçbir bakımdan aydınlanmağa uğramadıklarını önce 1914 Hıristiyan yılında Büyük Savaş’ın patlak vermesi gösterdi. Bugün müstemlekeci zihniyetin Avrupalı zihninde kemikleştiğini katil Fransız polisine yardım için toplanan paranın meblağı ispat ediyor. Yıllar önce BBC’nin açtığı şiir yarışmasında birinciliği Doğu’nun ve Batı’nın hiçbir barışma ihtimali olmadığını, dolayısıyla müstemlekeciliğin kaçınılmazlığını savunan Rudyard Kipling almıştı.
NE OLACAK TÜRKİYE’NİN AKIBETİ?
Dünyanın değiştiğini inkâra kimsenin gücü yetmiyor. Ancak Batı Medeniyeti çerçevesinde artık değişmenin gelişmeyi ve ilerlemeyi temsil ettiğini kimse iddia edemez oldu. Eğer değişme gelişme demek değilse, eğer değişme ilerleme demek değilse nedir? Türkiye ister istemez değişecek ve fakat bu ülkenin gelişeceği anlamına gelmeyecek. Değişme Türkiye’yi ileri ülkelerden bir haline getirmeyecek. Ne olacak Türkiye’nin akıbeti? Sualimiz Türkiye’nin akıbeti noktasında düğümleniyor. Çünkü diğer ülkelerin akıbeti birikmiş ve fiilen mümkün olduğu kadar az elde bulundurulan sermayenin akıbetine sıkı sıkıya bağlıdır. Türklerin diyar-ı Rûm’u dar-ül İslâm haline getirmeleri yani beynelmilel ticaret yollarını denetim altına almaları dünyadaki bütün ülkelerin hayat yolunu alıştıkları yönden başka bir yöne çevirmelerine sebep oldu. Hindistan’a ulaşmanın yeni yolları arandı ve keşfedilen yeni topraklarda müstemlekeler tesis edildi.
TÜRKLERİN İSLAM’I TATBİKİNDEN SONRA…
Türklerin idare tarzı Müstemlekecilikle uyumlu değildi. Yerküre üzerinde kendilerini kabul ettirmeleri dinleri sebebiyledir. Gayri-Müslim mabetler o mabetlerin civarındaki cami ve mescitlerden daha büyük inşa edilemezdi. Her ne kadar Müslümanlar devlete haraç vermekten beri idiyseler de Osmanlı Devleti’nin hükmü altındaki gayri-Müslimlere kol kanat germesi ömrünün uzama sebeplerinden biridir. Türklerin İslâm’ın tatbiki hususundaki hassasiyetleri III. Selim saltanatına kadar devam etti. O günden günümüze kadar batılı olan her şey taklidi zaruri bir model sayıldı. Ağzından veya kaleminden Türk müziği aleyhine bir kelime bile sadır olmamış Hasan Ferit Alnar’ı Mustafa Kemal’e tanıtmak isteyenler besteciyi harikulade Kanun Konçertosu’ndan dolayı değil, Almanya’da orkestra yönetmiş olmasından dolayı tezkiye ettiler.
“ÇİĞ SÜT EMMİŞ İNSANLAR TÜRKLERDEN İBARET DEĞİL”
Üzerinde kafa yorulması gereken hususun hegemonya olduğu gerçeğinin üzerini örtmeyelim. Kur’an bütün insanların istifade edebileceği hegemonyayı sundu. Türkler bu hegemonyanın muhafızları olarak şöhret edindi. İslâm’ın hegemonyası insanları yeniden cezbedecek mi? Batı’nın çöküşünden medet uman insanların son zamanlarda görülmemesi düşündürücüdür. Yine de çiğ süt emmiş insanların Türklerden ibaret olmadığını akılda tutalım. Birilerinin hesabının görüleceği fikrini terk etmeyelim. Bu kimselerin çiğ süt emdiğini saklayamayan eşhas olmasını ilk dileğimiz olarak elde tutalım.